29 Eylül 2016 Perşembe




Bizi biz yapan şey, deneyimlerimiz ve yaşanmışlıklarımızdır. Geçmişte başarısızlık olarak addettiğimiz şeyler, deneyimlerimizi oluşturur ve bugün cesurca yol almamızı sağlar. Sorunsuz bir hayat, yalnızca hayallerimizde vardır.

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

25 Eylül 2016 Pazar

İyi ve kötü, doğru ve yanlış, haklı ve haksız gibi buna benzer tüm kavramlar görecelidir. Her biri bireylerin olaylara bakış açısına göre değişir...

Persephone

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

8 Eylül 2016 Perşembe

Bir zamanlar güneş gibi parlayan, gözlerini kamaştıran, elde etme arzusuyla yanıp tutuştuğun şeyler, zaman geçtikçe ve farklı bakış açılarıyla bakmayı başarınca o gözünü kamaştıran güneş, sönmüş kızıl bir top gibi önemini kaybediyor...

SEVGi ve IŞIK'la kalın...
Persephone

Mümkün mü?

Hayatı sıfırlamak mümkün müdür? Dolu bir sayfayı kapatıp yeni bir sayfa açmak gibi. Geçmişi unutmak, yeni doğmuş bir bebek gibi hayata başlamak mümkün müdür? İnsan geçmişiyle varolur, geleceğini geçmişinin üzerine inşa eder. Peki ya geçmişin üzerine bir gelecek kurmak istemezsek? Her şeye yeniden başlamak istersek, hiçbir şey yaşanmamış gibi. Gözlerimizi bugün dünyaya açmış gibi. Umutla, sevgiyle başlasak ve hep böyle devam etse hayat olmaz mı? İçinde yenilgilerin olmadığı bir hayat kursak, hiç kaybeden olmasa. Gerçeklerin acısına değil de hayallerin umuduna sarılsak. Dünya bildik tanıdık bir dünya olmasa. Sevgi hüküm sürse dört bir yanda. Kırgınlıklar son bulsa. Yolumuz hep ışık olsa. İnsanlar birbirlerini anlasa, kimse yorulmasa bir şeyleri anlatmaya ya da anlamaya çalışmakla. 
Yaşanmışlıklar insanı olgunlaştırsa da arada of demek hakkımız değil mi? Hep dimdik mi durmalıyız hayata? Arada şikayet de etmeli.
Yine daldım ütopik hayallere...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

4 Eylül 2016 Pazar

Kitap Yorumu: Olanaksızın Fiziği

Michio Kaku


Bilim kurgu filmleri izlerken, kafamızda bir sürü soru işaretleri oluşur. Bu izlediklerim geçekten olabilir mi? Olması mümkün müdür? Hatta şüpheye düşeriz; ''bunlar gerçekten var ve biz insanlardan saklanıyor mu?'' diye. Bilim kurgu izlemeyi seviyorsanız, gördüklerinizin gerçek olup olmaması mümkün mü? diye merak ediyorsanız; ''Olanaksızın Fiziği'' tam da aradığınız kitap.
Michio Kaku, ''olanaksız'' kelimesinin genellikle göreceli olduğunu düşünüyor. ''Olanaksız''olan şeyleri üç kategoriye ayırmış;
1. Sınıf Olanaksızlıklar: Bunlar, günümüzde olanaksız olan fakat bilinen fizik yasalarına aykırı olmayan teknolojilerdir.
2. Sınıf Olanaksızlıklar: Bunlar, bizim fiziksel dünyaya ilişkin algılayışımızın en kenarında bulunan teknolojilerdir
3. Sınıf Olanaksızlıklar: Bunlar, bilinen fizik yasalarına ayrı düşen teknolojilerdir.
Dün olanaksız denen bir çok şey bugün olanaklı hale gelmiş durumda. Bu bağlamda bilim merakı olan herkesin gelecek adına okuması gereken bir kitap. Bir çok şeyin olabilirliğini okudukça insan şaşırıyor. Bu kitabı okumak için fizikçi olmanıza gerek yok. Anlaşılır bir dilde ve konular akıcı bir anlatıma sahip. Okuduğumuz bilimkurgu romanlarının ve bilimkurgu filmlerinin altının boş olmadığını açıkça görüyorsunuz.

Kitabın Arka Yüzü:

Işınlanma, zaman makineleri, kuvvet alanları, yıldızlararası uzay gemileri; bunlar yalnızca bilimkurgunun alanları mı yoksa geleceğin kullanılabilir teknolojileri mi? Uzay Yolu, Yıldız Savaşları, Geleceğe Dönüş gibi filmlerin fantastik dünyaları ünlü fizikçi Michio Kaku tarafından bilimsel ve şaşırtıcı bir bakış açısı ile yeniden ele alınıyor ve günümüzden bir bakışla evrenin fizik yasalarının yakın ya da uzak bir gelecekte bize neler sunacağı tartışılıyor. Olanaksızın Fiziği bizi insan dehasının ve bilimsel olanın sınırlarına bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitaptan Alıntı:

GELECEĞİN FELAKETLERİ
Şair Robert Frost, Dünya'nın sonunun ateşle mi, yoksa buzla mı geleceğini sormuştu. Fizik yasalarından yararlanarak, doğal bir felaket durumunda Dünya'nın ne şekilde sona ereceğini makul ölçülerde öngörebiliriz
Bin yıllar ölçeği içerisinde insan uygarlığı için var olan bir tehlike, yeni bir buz çağının ortaya çıkmasıdır. Son buzul çağı 10.000 yıl önce sona ermiştir. Zamanımızdan 10.000- 20.000 yıl sonra bir sonraki buzul çağı gelince, Kuzey Amerika'nın büyük bölümü 750 metre kalınlığında buz ile kaplanacaktır. İnsan uygarlığı, yakın geçmişteki minicik buzullar arası dönemde, Dünya alışılmadık şekilde ılıklaştığı zaman gelişip serpilmiştir, fakat böyle bir döngü sonsuza kadar sürüp gidemez.
Milyonlarca yıl boyunca Dünya'ya çarpacak büyük meteorlar veya kuyruklu yıldızlar yıkıcı bir etkiye yol açabilir. Son gök cismi çarpması, 65 milyon yıl önce 9 kilometre çapında bir nesnenin Meksika'nın Yucatan Yarımadası'na çarpması ile olmuş, 290 kilometre çapında bir krater meydana gelmiş, o zamana kadar Dünya üzerinde baskın yaşam biçimi olan dinozorlar ortadan kalkmıştır. Aynı zaman ölçeği içinde benzer bir çarpışma olasılığı bulunmaktadır.
Günümüzden milyarlarca yıl sonra Güneş yavaş yavaş genişleyecek ve Dünya'yı içine alacaktır. Aslına bakılacak olursa, önümüzdeki bir milyar yıl içinde Güneş'in sıcaklığının yüzde 10 artacağını, Dünya'yı kavuracağını tahmin etmekteyiz. 5 milyar yıl içinde Güneş'imiz mutasyona uğrayıp devasa bir kırmızı yıldıza (kızıl dev) dönüştüğü zaman, Dünya'yı tamamen yutacaktır. Dünya, gerçekten Güneş'in atmosferi içinde yer alacaktır.
Günümüden on milyarlarca yıl sonra hem Güneş, hem de Samanyolu galaksisi ölecektir. Güneş'imiz en sonunda hidrojel/helyum yakıtını tükettiği zaman küçülerek minik bir beyaz cüce yıldız olacak ve yavaş yavaş soğuyarak uzayın boşluğunda gezen bir siyah nükleer atık kitlesine dönüşecektir. Samanyolu galaksisi sonunda kendisinden çok daha büyük olan komşu Andromede galaksisi ile çarpışabilir. Samanyolu'nun sarmal kolları kopacak ve Güneş'imiz derin uzaya fırlatılacaktır. İki galaksinin merkezindeki kara delikler, birbiri ile çarpışıp birleşmeden önce bir ölüm dansı yapacaktır.
İnsanoğlunun günün birinde canını kurtarmak için Güneş sisteminden yakındaki yıldızlara kaçmak veya yok olmak zorunda kalacağını varsayarak, akla gelen ilk soru şudur: Oraya nasıl gideceğiz? En yakın yıldız sistemi olan Alpha Centauri, 4 ışık yılından daha uzaktır. Sıradan kimyasal tepkimeli roketler, mevcut uzay programının gözbebekleri, saatte 65.000 kilometreye zar zor ulaşabilmektedir. Bu hızla yalnızca en yakın yıldıza ulaşmak bile 70.000 yıl sürecektir.
Günümüzün uzay programını incelersek, bugünkü acınası yeteneklerimiz ve evreni keşfetmeye başlamamıza olanak sağlayabilecek gerçek bir yıldız gemisi arasında muazzam bir uçurum bulunduğunu görürüz. 1970'lerin başlarındaki Ay yolculuğundan bu yana insanlı uzay programımız, Uzay Mekiği ve Uluslararası Uzay İstasyonu ile Dünya'dan yalnızca 500 kilometre uzaktaki yörüngelere astronot göndermiştir. Bununla beraber NASA, elli yıl aradan sonra 2020 yılında astronotları tekrar Ay'a götürecek Orion uzay araçlarına yer açmak amacıyla Uzay Mekiğini 2010 yılında hizmet dışı bırakmayı planlamıştır. Ay'da kalıcı, insanlı bir ay üssü kurulması planlanmaktadır. Bunun ardından Mars'a insanlı bir görev düzenlenebilir.
Eğer yıldızlara ulaşacaksak yeni bir roket tasarımı bulunması gerektiği, açıktır. Ya roketlerimizin itme gücünü radikal şekilde arttırmalıyız, ya da roketlerimizin çalışma süresini uzatmalıyız. Örneğin büyük bir kimyasal roket birkaç milyon kiloluk itme gücüne sahip olabilir, fakat yalnızca birkaç dakika yanar. Bunun aksine, örneğin iyon motoru gibi diğer roket tasarımları düşük bir itme gücüne sahip olabilir fakat dış uzayda yıllarca çalışabilir. Konu roket bilimi olduğunda, kaplumbağa tavşanı yenecektir.


KİTAP: Olanaksızın Fiziği
YAZAR: Michio Kaku

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

2 Eylül 2016 Cuma

Bir Zamanlar Çocuktuk



Çocuktuk, güzeldi dünya. Gülümsemelerimiz kocamandı, sahiciydi. Umutlarımız vardı. Sevdiklerimiz yanımızdaydı. Her şey masum ve çocukçaydı. En fazla yaramazlıklarımız canımızı acıtırdı. Oynadığımız oyunlar kovalamaca, saklambaçtı. Başka bir yüzümüz yoktu. Her şeyimizle bizdik. Tek saklamaya çalıştığımız şey muzurluklarımızdı.  Düştüğümüzde, elimizden tutup kaldıranımız vardı. Teselli edildiğimiz sözler vardı. En komiği de 'geçince bir şey kalmaz' cümlesiydi herhalde. Yaralarımız bir günde kabuk bağlardı. Unuturduk arkadaşlarımızla acılarımızı. Küslükler uzun sürmezdi. Bir gün bilemedin iki gün. En sıkıcı şeyler dersler ve sınavlardı. Bugün okula gitmesem olmaz mı? En büyük isteğimizdi. Hayallerimiz vardı. Kimimiz doktor, kimimiz avukat, kimimiz öğretmen, kimimiz hemşire olmak isterdi. Başka meslek yokmuş gibi.
Peki ne oldu?
Biz büyüdük, dünyamız kirlendi. İlk önce gülümsemelerimiz soldu. Umutlarımız yitti. Sevdiklerimizle gözü yaşlı vedalaşmalar başladı. Acıyı öğrendik. Çocuk kalbimizin, masumuyetimizin üstünü toprak örttü, derinliklere gömüldü. Oyunlarımız can yakar oldu. Çünkü oyunlarımız kovalamaca, saklambaç olmaktan çoktan çıktı. Maskelere büründük, biz biz olmaktan çıktık. Yalanlarımız kaf dağını aştı. Düştüğümüzde bir daha itenlerimiz oldu. O sıcak, dost eller mazi oldu. Tek tesellimiz kendimiz olmaya başladık. Yaralarımız kabuk bağladıkça, içini oyanlar oldu. Arkadaşlıkların içi boşaldı, çıkarlar ön plana çıktı. Sıkıntılarımız büyüdü, dertlerimiz çoğaldı. Ayakta hatta hayatta kalma mücadelesi başladı. Hayallerimizi unuttuk. Onlar hayaldi deyip geçtik. Gerçek dünya farklıydı, gördük. Hayat acımasızdı demiyeceğim, çünkü; acımasız olan insanlardı... 
Keşke hep çocuk kalsaydık...

Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone