30 Ocak 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu: Anlar mı? Anılar mı? Geriye Kalan


Anlar mı? Anılar mı? Geriye Kalan
Fotoğraf: Persephone

Bu yılbaşında bloglarını takip ettiğim, kitapları olan blog yazarlarının kitaplarını okumaya karar vermiştim. Uzun zamandır ertelemiştim ve eyleme geçmem gerekiyordu. Genelde kitaplarımı İdefix'ten sipariş ederim. Aradığım kitaplardan bir tanesini ne yazık ki İdefix'te bulamadım. Uçun Kuşlar blogunun sahibi Makbule Abalı'nın kitabı ''An'lar mı? Anılar mı? Geriye Kalan'' isimli kitabıydı bu. Makbule hanıma kitabını bulamadığımı, nerede bulabileceğimi sorduğumda, Makbule hanım ''bulamazsan, ben gönderirim kitabı'' demişti. Ama ben ısrarla satın almak istedim. Çünkü; kitabın gelirleri Türkiye Alzheimer Derneği'ne bağışlanmıştı. Benim de bir faydam olsun istedim.
Kitap Pandora kitabevinde vardı. Bir daha ki kitap siparişimde oradan toplu alacaktım listemdeki kitaplarımı ve Makbule hanımın kitabına da bu şekilde kavuşacaktım.
Makbule hanım o kadar ince ki, doğum günü hediyesi olarak kitabını göndermek istediğini söyledi. O kadar mutlu oldum ki, çocuklar gibi şendim kitabın geleceğini duyduğumda. Doğum günüme daha vardı ama bu benim için erken doğum günü sürprizi oldu.
Kitap elime ulaştığında, kitabın yanında öyle değerli, öyle kıymetli bir hediye daha aldım ki el emeği göz nuru, Alzheimer Derneğinde hastalarla atölye eğiticilerinin ortaklaşa yaptıkları bir kitap ayracı. En içten teşekkürlerimi sunuyorum kıymetli hediyeleri için Makbule Abalı'ya.
O kadar uzun yollardan gelmiş ve uzun bir zaman önce okumaya niyetlenip te kitabı okuyamadığım için kitaba kavuştuğum an okumaya başladım.
Makbule Abalı "Uçun Kuşlar" isimli blogun sahibi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Pedagoloji mezunu, uzun yıllar rehber öğretmen olarak çalışmış bir eğitimci.
Makbule Abalı'nın An'lar mı? Anılar mı? Geriye Kalan kitabı, yıllar içinde yazdığı yazılar ve şiirler, günlükler, çalıştığı kurumlarda yazdığı yazılar ve blog yazılarının derlemesinden oluşturulmuş. Kitaptaki yazılarını bölümlere şu şekilde ayırmış:

A. Gençlikteki duygular, düşünceler, yanılgılar.
B. Eğitimden beklentiler, umutlar, çocuklara yönelik düşünceler.
C. Yaşamın içinden küçük dokunuşlar, eleştiriler.
D. Bir dünya gerçeği; Alzheimer ile ilgili yazı, şiir ve öyküler.

Uzun yıllar öğretmenlik yapmış bir öğretmenin penceresinden insana ve olaylara bakıyorsunuz kitapta. Hem düşünüyor hem de sorguluyorsunuz. Kitabın bir çok yerinde; 'Evet ya! Neden böyle olmasın ki?' derken buldum bir çok kez kendimi. Hayatın içinden öyle güzel anlatımlar var ki, konular öyle incelikle işlenmiş ki, okurken pozitif duygularla yükleniyorsunuz. Kitabın son bölümlerini tüylerim diken diken, gözlerim dolu dolu okudum. Bu bölümler Makbule hanımın alzheimer hastası olan annesinin son yıllarında yaşanmışlıklarına ait. Hastalıkla nasıl başa çıkılır, bu hastalıkta hangi zorluklar yaşanır, duygu-durumunuz nasıl olur gözünüzde canlanıyor.
Hayatta neyle karşılaşacağımızı bilmeden bir yaşam sürüyoruz. Bugün sağlıklıyız, peki ya yarın? Her hastalık zorlu, hastaya bakan içinde hasta içinde yaşam zorlaşıyor. İlaçların yetmediği yerde sabır, şefkat ve sevgi devereye giriyor belki de en iyi ilaçlar bunlar...
Makbule Abalı'nın ''Anlar mı? Anılar mı? Geriye Kalan'' kitabından sevdiğim şiirlerinden bir tanesini 1974 yılında yazmış "Doğa Kanunu" isimli şiirini sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Doğa Kanunu

Taştı; Duygusuz, anlamsız
Kaldı yıllarca yerinde...
Fırlatıverdiler bir gün denize doğru
Düştü, yer değiştirdi...

Bitkiydi; Işığa, suya tutkun
Uzadı, büyüdü, çiçek açtı...
Baharı özledi hep mevsimlerin ardından
Susuz kaldı bir gün, kurudu...

Çoban köpeği idi
Sürüyü korudu onca yıl...
Hata yaptı bir gün,
Kurtlara yem oldu...

İnsandı; Düşünen, konuşan, gülen, ağlayan
Doğdu, adım attı dünyaya...
Girdi sahneye, bazen maskeli- bazen maskesiz
Türlü rollere büründü yıllarca...
Uydu yaşama; Büyüdü, gelişti ve öldü.
Mezar taşında sadece iki sözcük kaldı;
Doğdu... Öldü...

Makbule Abalı
1974

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

25 Ocak 2017 Çarşamba

Ayrılık Sevdaya Dahil






açılmış sarmaşık gülleri 
kokularıyla baygın 
en görkemli saatinde yıldız alacasının 
gizli bir yılan gibi yuvalanmış 
içimde keder 
uzak bir telefonda ağlayan 
yağmurlu genç kadın 
rüzgâr 
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları 
mor kıvılcımlar geçiyor 
dağınık yalnızlığımdan 
onu çok arıyorum onu çok arıyorum 
heryerinde vücudumun 
ağır yanık sızıları 
bir yerlere yıldırım düşüyorum 
ayrılığımızı hissettiğim an 
demirler eriyor hırsımdan 
ay ışığına batmış 
karabiber ağaçları 
gümüş tozu 
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar 
yaseminler unutulmuş 
tedirgin gülümser 
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var 
çünkü ayrılık da sevdâya dahil 
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili 
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar 
her an ötekisiyle birlikte 
her şey onunla ilgili 
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar 
gittikçe genişleyen 
yakılmış ot kokusu 
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte 
yansımalar tutmuş bütün sâhili 
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var 
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil 
çünkü ayrılık da sevdâya dahil 
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili 
yalnızlık 
hızla alçalan bulutlar 
karanlık bir ağırlık 
hava ağır toprak ağır yaprak ağır 
su tozları yağıyor üstümüze 
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır 
eflatuna çalar puslu lacivert 
bir sis kuşattı ormanı 
karanlık çöktü denize 
yalnızlık 
çakmak taşı gibi sert 
elmas gibi keskin 
ne yanına dönsen bir yerin kesilir 
fena kan kaybedersin 
kapını bir çalan olmadı mı hele 
elini bir tutan 
bilekleri bembeyaz kuğu boynu 
parmakları uzun ve ince 
sımsıcak bakışları suç ortağı 
kaçamak gülüşleri gizlice 
yalnızların en büyük sorunu 
tek başına özgürlük ne işe yarayacak 
bir türlü çözemedikleri bu 
ölü bir gezegenin 
soğuk tenhalığına 
benzemesin diye 
özgürlük mutlaka paylaşılacak 
suç ortağı bir sevgiliyle 
sanmıştık ki ikimiz 
yeryüzünde ancak 
birbirimiz için varız 
ikimiz sanmıştık ki 
tek kişilik bir yalnızlığa bile 
rahatça sığarız 
hiç yanılmamışız 
her an düşüp düşüp 
kristal bir bardak gibi 
tuz parça kırılsak da 
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı 
hâlâ kıpkızıl gülümseyen 
-sanki ateşten bir tebessüm- 
zehir zemberek aşkımız

Attila İlhan

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

22 Ocak 2017 Pazar

Onaylama Yanlılığı

İnançlarımızı ve fikirlerimizi değiştirmek güçtür. Her türlü karşı kanıta rağmen inandıklarımızı ve fikirlerimizi inatla savunuruz. İnanç ve fikirlerimize ters düşen her şeyi yok sayarız.
Uyumlu kanıtları arayıp uyumsuz kanıtları göz ardı etme eğilimine 'onaylama yanlılığı' denir.
Üniversite yıllarından beri görüştüğünüz bir grup arkadaşınız var. Senede iki üç kez toplanıyorsunuz. İçlerinden bir kişiyle diyaloğunuz diğerlerine göre çok daha iyi. Bu arkadaşınız grup toplantılarından birine katılamıyor. Sohbet esnasında konu dönüp dolaşıp bu arkadaşınıza geliyor. Hakkında pek te hoş olmayan şeyler söyleniyor, sağlam kanıtlarla da söylemlerini destekliyorlar. Hem orada olmayan birinin arkasından konuştukları hem de sizin en yakın arkadaşınız olduğu için diğer insanlara sinirleniyorsunuz. Yıllardır tanıdığınız en iyi arkadaşınızın sizin değerlerinize ters düşen bir çok şey yaptığını öğrendiğinizde, söylenenlerin yanlış olduğunu söylerken diğer yandan da doğru olmasından endişeleniyorsunuz. Eğer anlatılanların doğruluk payı varsa bu sizin için önemli olan bazı şeylerin yanlış olduğu anlamına geliyor. İçinizden bu anlatılanlar 'doğru olamaz' dersiniz ama az önce duyduklarınızı da göz ardı edemezsiniz. Hemen kolları sıvar olayların anlatıldığı gibi olmadığını göstermek adına araştırma yapmaya başlarsınız. Burada amacınız, ulaştığınız bilgileri mantık çerçevesinde değerlendirmek değil, kendi düşüncelerinize uygun bilgiler bulmak. Çünkü; o kişi sizin en yakın arkadaşınız. O kişi hakkında ki düşünceleriniz katiyen değiştirme niyetinde değilsiniz.
Bunu her türlü inanç ve düşüncelerimizde yaparız. Uygun bir delil aradığımızda uygun olmayan delilleri göz ardı eder, yok sayarız. Yaptığımız şey istediğimiz sonuca ulaşmaktır, gerçeklere değil...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

19 Ocak 2017 Perşembe

Neden Kendimizi Haklı Olmak Zorunda Hissederiz?

Beyinlerimiz çeşitli koşullar altında temelde kayıpları önlemek, risk almamak ve zarardan kaçmak için belirli bir pozisyon alma eğilimindedir. Beyinlerimiz bu nedenle evrimleşmiştir. Bizi koruyan beyin bazı durumlarda korumacı yapısını ileriye götürerek engellere dönüştürebilir. Bu olumsuz eğilimlerin farkına varıp, aksi yönde hareket etmemiz, gereken durumları keşfetmemiz gerekir. Aksi durumda yeniliklere ve değişimlere kapalı hale geliriz.
Yapılan araştırmalar belirsizlik durumları beyin için aşırı derecede rahatsızlık nedeni olduğunu gösteriyor. Belirsizlik arttıkça rahatsızlığın derecesi de artıyor. 2005 yılında psikolog Ming Hsu ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırmada, küçük bir anlam bulanıklığının bile tehlikelere karşı verdiğimiz tepkiler konusunda büyük bir rol oynayan köklü iki beyin yapısı olan amigdalalarda etkinliği artırdığını keşfettiler. Her bir amigdala, beynin iki tarafında yer alan temporal lob üzerindeki sinir kümesidir. Bilgiler pek çok kaynaktan amigdalaya akar; amigdala tehtid seviyesini belirlemek ve gerekli tepkiyi harekete geçirmek için bu bilgiyi işler. Aynı zamanda beyin ödüllere tepki veren kısım olan ventral striatumda da daha az faaliyet gösterir. Anlam bulanıklığı arttıkça amigdala etkinliği artar ve ventral striatum etkinliği azalır.
Beyin belirsizliği değil kesinliği tercih eder ve hatta bunu arzular. Haklı olma ihtiyacımız aslında haklı 'hissetme' ihtiyacımızdandır. Çünkü; haklı olma durumu kişiye kendisini iyi hissettirir. Hepimiz için geçerli gerçek; büyük ya da küçük herhangi bir inanç ya da karar konusunda haklı olduğumuzu hissediyorsak beyinlerimiz mutludur. Günlük yaşantımızdaysa haklı hissetme durumu, haklı olma durumuna tercüme edilir. Çünkü kendimizi sadece haklı hissettiğimizi kabul ediyorsak bu, gerçekte haklı olmadığımız anlamına da gelebilir ve bu beynimiz için kabul edilebilir bir durum değildir.


Kaynak: Beyninizi Ne Mutlu Eder ve Siz Niçin Tersini Yapmalısınız - David Disalvo

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

8 Ocak 2017 Pazar

Kitap Yorumu: Ters Düz


trs düz
Foto: Persephone

Hayat hiç ummadığınız bir anda sizi bambaşka yollara sokabiliyor. Geçmişte aldığınız kararları tuzla buz edip, o kararları çiğnemenize neden olabiliyor.
Kitabımızın kahramanı Ece gazetecilik mezunu bir yazar. Basılan iki kitabından biri ödüllü. İstanbul'da bir yayın evinde çalışmakta. Üniversitede tanıştığı erkek arkadaşı Kerem ile iyi giden bir ilişkisi var.
Ece yeni kitabına başlamak için içindeki enerjiyi bulmaya çalışıyor ancak bir türlü o enerjiyi yakalayamıyor. Yıllardır görmediği amcası Hasan bir gün ansızın onu arıyor ve Ece'nin serüveni başlıyor. Babası Kadir Kara kayıptır ve amcası onun Trabzon'un köyü olan Bozbalık'a gelmesini istiyor. Ece içindeki tüm çelişkilere rağmen Bozbalık'a günü birlik gitmeye karar veriyor.
Bozbalık'ta Ece'yi neler bekliyor? Hayatında neler değişecek? Bozbalık çocukluğunda bıraktığı gibi mi? Kitabını yazmayı başarabilecek mi?
Mert Ofluoğlu'nun kitabı "Ters Düz" heyecanla okuyacağınız polisiye tadında bir kitap, akıcı bir roman. Mert Ofluoğlu yine blogger yazarlarımızdan ve oldukça genç bir arkadaşımız. Yazarlık yaşamında başarılar diliyorum...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


6 Ocak 2017 Cuma

Kitap Yorumu: Kara Pazarlar


Ece Evren
Fotoğraf: Persephone

Hepimizin hayat denen şu yolda bambaşka hikayeleri var. Kimi için hayat çok kolay geçerken kimi için zorlu bir yol oluyor. Mücadele etmek, yaşam savaşı vermek, ayakta kalmak ve hayata dimdik durmak yorucu hele ki bu ülkede kadın olmak ayrı zorluklar yaşatıyor.
Kara Pazarlar'ın yazarı Ece Evren de bu zorluklardan nasibini almış. Kara Pazarlar gerçek yaşamdan bize ulaşan bir kitap. Duyguların tavan yaptığı dönemlerde kağıda bir iç döküş. Günlük tadında, sevgi duyulana yazılan mektuplar tadında "Kara Pazarlar."
Sert ve sevgisiz bir babayla büyümek ardından genç yaşta yapılan sevgisiz süren bir evlilik. Depresyona sürükleyen olaylar.
İlerleyen yıllarda, bir anda geçmişten gelen tanıdık ama bir o kadar yabancı bir ses umut kapısını aralıyor. Gerçekten beklentiyi karşılkayacak mı bu ses? Yaraları sarmayı başarabilcek mi? Bu soruların cevabını sevgili blogger arkadaşımız Ece Evren'in "Kara Pazarlar" kitabında bulacaksınız.

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

4 Ocak 2017 Çarşamba

Kitap Yorumu: Parçalanmış Gülüşler


Parçalanmış Gülüşler
Fotoğraf: Persephone

Tolga Yazıcı okuyorum bugün. Eski blogger arkadaşım o... Kelimeler dökülmüş kalemine "Parçalanmış Gülüşler" çıkmış ortaya... Yılın ilk günü ve içimden şöyle derin bir offf!! çekiyorum. Bir insanın hayatı ne kadar kötü olabilir ki! Olabiliyor işte... Hem de hiç ummadığın kadar!
Roman, iç içe geçmiş karakterlerin hikayelerinden oluşuyor. Roman içinde roman okuyorsunuz. Her bir karakter kendi hikayesinde can buluyor.
Yiğit Pek, Selim; talihsiz bir yaşamın hikayesi. Her iki karakterde kendi içlerine çekiyor okuru. Bir suçlu ne kadar iyi olabilir ki? Sorusu şimşek gibi düşüyor zihnin içine. İnsanız işte bir yanımız iyi, bir yanımız kötü...
Sevişmemiz gereken bir konu var; kendi iç dünyasında karmaşalar yaşayan bir adam ve iki kadının hikayesi. Aşk mı, cinsellik mi sorusuna cevap arayışı.
Karaktersiz yazar ; Kıvanç, kendi içinde yalnızlığı seçmiş, ara ara iç sesiyle diyaloğa geçen, kendini arayan bir yazar. Kıvanç'ın size bir de sürprizi var.
Dilba ve Serhat, Doğukan ve Saime, İlyas ve Halil doğu bölgesinden yürek burkan hikayeler.
Ütopik hikayeler gibi görünse de göze, olamaz mı? Olabilir detircesine işlenmiş kanlı canlı hikayeler.. . Hikayelerde ki geçişler çok  iyi... Duygu iniş çıkışları yaşacağınız bir kitap 'Parçalanmış Gülüşler'.
Tolga'yı tanıyan bilir onun dilini, yatkındır argoya ve serttir kimi zaman yazı dili. Okuyacaksanız bu romanı, hazır olmalısınınz onun yazı diline...
Bazı hikayelerin şiirle harmanlanmış olması hikayelere enerji katmış. Küçük Adam'ın, Küçük Hanım'a yazdığı şiire yer vermeden geçmeyeceğim.

Gidiyorum...
Kelebek misali ömrüm
Son bir kanat çırpıp gidiyorum
Dalgaların terk ettiği yosun gibi
Dibe vuruyorum
Yaklaşma, yapışırım tenine
Dokunma, sarılırım eline
Kaçıyorum...
Rotasını şaşıran denizci gibi,
Ne gidecek yerim, ne de bir umudum var
Dalıyorum...
Derinlere, daha da derinlere
Bir vurgun yiyorum sol üst köşeme
Korkuyorum...
Bir gün çıkar yine gelirim diye
Kendimi saklamak istiyorum kendimden
Ve bir çocuğun annesini araması gibi
Kendimi arıyorum
Kaçıp giden korkularımın arasında
Ve sesleniyorum kendime
Bir gün, belki diye...

Arka Kapak Yazısı

Belki de içimizde olduğunu düşündüğümüz bu rüzgâr, bir meltemle başlayıp hortuma dönüşmüştü. Farkında değildik biz bazı şeylerin. Adım attığımız yerin savrulup gitmesinin sebebinim bizler olduğunu hiçbir zaman bilemedik. Bilseydik, en azından bir şeyler fısıldayabilirdik. Saçma da olsa söylerdik. Çünkü korkularımızın üzerine bir nokta atıp, pergelle defalarca çevirmiştik çevremizi. Önümüz sağımız, solumuz, her yerimiz aşılmaz surlarla çevrilmişti. Yine de o surların arkasındakilere bir şeyler dedik, en azından denedik. "Kan"a "Gül" dedik.
Biraz da dikenliydik. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Tolga Yazıcı

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone